بسم الله الرحمان الرحيم
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةِ الْقَدْرِ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ
تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ سَلَامٌ۠ۛ هِيَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
“Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur.”(Kadir1-5)
من قام ليلة القدر إيماناً واحتساباً غُفِرَ له ما تقدم من ذنبه
“Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları affolunur.”(Buhari fadlu leyletil kadr,3)
Muhterem Kardeşlerim!
Bu gece bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini idrak edeceğiz; İnsanlığı Kur’anın aydınlığıyla buluşturan mübarek bir gece, Kadir geceniz mübarek olsun.
Kadir gecesi tüm insanlığın kadrini yücelten bir gecedir. Zira Rabbimiz bu gecede gönderdiği Kur’an-ı Kerimle insanlığı muhatap almış, son ve mükemmel din olan İslam ile insanlığı şereflendirmiştir.
Kadir; izzet, şeref, değer ve itibar demektir. Yeryüzünün mükerrem varlığı olarak yaratılan insanoğlu, bu lütfun kıymetini bildiği ve yaratılış, varoluş gayesini gerçekleştirdiği zaman kadrini yüceltecektir. İnsanın derecesi Rabbinin ve Rabbimizin verdiği nimetlerin ve birbirimizin kadr-u kıymetini bilmekle yücelir.
Kadir gecesi Kur’anla, Kur’anın getirdiği adaletle, merhametle, hikmetle ve selametle kıymet bulma gecesidir.
Hakkı, hakikati, adaleti, ahlakı, fazileti bize anlatan iyiliği ve kötülüğü fark etmemizi, doğruyu yanlıştan ayırt etmemizi sağlayan yani bizim için Furkan olan yüce kitabımızın anlamaya ve yaşamaya azmedelim. Unutmayalım ki; kadir gecemizi ancak Kur’an-ı Kerim’in kadrini, kıymetini bildiğimiz kadar ihya etmiş oluruz. Kur’an-ı Kerim’in esaslarına sahip çıktığımız ölçüde Kur'an ile değer buluruz O’nunla yüceliriz.
Kur’an-ı Kerim’in çağrısına değer verdiğimiz nispette yer yüzüne selam ve esenlik getirmek üzere inen meleklerin idrakine varabiliriz.
Muhterem Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim İslam medeniyetinin bitmez tükenmez kaynağıdır. Sahabe ve onu izleyen nesiller hayat düşünce ve ahlak sistemlerini bu ilahi kaynağa dayandırdıkları için büyük İslam medeniyetini kurmayı başarmışlardır. Bu medeniyetin temelleri insanı yaratan ve onu en iyi bilen Allah(cc) ın kitabına dayandığı içindir ki; insanın ferdi ve ictimai problemlerini çözmede öteki düşünce ve hayat sistemlerinin ulaşamadığı başarıya ulaşmıştır.
Ashab ve onları izleyen Müslüman kuşakların Allah’ın kitabını anlamadaki metotları karmaşık, girift ve müşkil değildi. Onlar, hidayet rehberi olan Kuran-ı Kerim’i hidayete ulaşmak için okuyorlardı. Amaçları hidayetle kucaklaşmak, metotları ise İttika idi.
İslamdan sonra cahiliyye’ye dönmekten öylesine korkuyorlardı ki, cahiliyeden ve şirkten ittika onların bütün benliklerini sarmıştı. Kur’an onları nereye götürüyorsa onlar oraya koşuyorlardı. Onlar Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışıyorlar, anlayamadıklarını birbirlerine ve doğrudan Hz.Peygamber’e sorup öğreniyorlardı.
Burada şunu açıkça söylemek gerekir ki, Allah’ın Rasulune Kur’an-ı Kerim’i açıklama görevi ve yetkisi bizzat Allah(cc) tarafından verilmiştir. Kur’an-ı Kerimi anlamada Hz.Peygamberin hadislerinin yeri baş köşedir. Şayet Allah Rasulunun görevi sadece posta memurluğu olsaydı o zaman dünyadaki insan sayısınca Kur’an tefsiri ortaya çıkardı. Ama bugün görüyoruz ki aradan 15 asır geçmesine rağmen milyonlarca Müslüman bazı ayrıntılar hariç hep aynı şekilde namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, zekat veriyorlar, haccediyorlar, abdest alıp guslediyorlar. Ümmet müthiş bir din ve ibadet bütünlüğüne sahip. İşte bu birliği sağlayan Rasulullah(sav) efendimizin açıklama ve uygulamalarıdır.
Hz. Muhammed (sav), ümmeti için her alanda en güzel örnektir. Bugün herkes gücü nisbetinde O’nu izlemeye çalışıyor; O’nun gibi aile reisi, O’nun gibi muallim, O’nun gibi cesur ve kahraman bir mücahid, O’nun gibi müşfik bir baba, merhametli bir eş olmaya can atıyor. O’nun ahlakı Kur’an olduğuna göre elbette ki bu tatbikat ümmete intikal etmiş işte hadis işte sünnet te budur.
Muhterem Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerimi doğru anlamak için belli başlı prensiplere riayet etmeliyiz.
Kur’an ayetlerinden bir çoğunun meydana gelen bir takım olaylar ve sorulan sorular üzerine indiği bilinen bir husustur. Nüzul sebebini ve nüzul ortamını bilmek, Kur’an-ı Kerim’i anlamada ta ilk dönemden beri önemini korumuştur. Çünkü sebebi bilmek müsebbebi yani o sebepten ötürü meydana gelen durumu ve söylenen sözü bilmeyi gerektirir.
Kur’an üzerinde ümmetin dini ve siyasi birliğini zedeleyecek boyutlara varan ihtilaflar ve anlam kargaşalarının en önemli sebebi dün ve bugün Kur’an ayetlerinin ne sebeple indikleri bilinmeden te’vile kalkışılmış olmasıdır.
Bir gün Hz. Ömer yalnız bir köşeye çekilmiş ve kendi kendine: “Peygamberi bir, kıblesi bir olmasına rağmen bu ümmet nasıl parçalanır ve ihtilafa düşer?” diye söylenmeye başlamıştı. Bunun üzerine İbn-i Abbas: “Ey Mü’minlerin emiri! Doğrusu Kur’an bize indirilmiştir ve ayetlerin hangi konuda ve niçin indiğini biz biliyoruz.
Hâlbuki bizden sonra bir takım insanlar gelecekler ve onlar ne konuda indiğini bilmeden Kur’anı okuyacaklar ve her biri bir fikir ileri sürecek. Böylece ihtilafa düşecekler. İhtilafa düşünce de kavga ve kıtal yapacaklar.” dedi.
Yine Tabiun müfessirlerinden Mesruk’un naklettiği aşağıdaki hadise bu konuda ilginç bir örnek olmuştur;
Kufe mescidine gitmiştik. Baktık ki bir adam etrafındakilere vaaz ediyor, kıssa anlatıyordu. “Gökten bir duman kütlesinin geleceği günü gözetle”(Duhan 10) ayetini şöyle tefsir ediyordu:
Biliyormusunuz bu duman nedir? Bu kıyamet günü gelecek olan ve münafıkların kulaklarıyla gözlerini kapatacak ve mü’minleri de nezleye benzer bir şey yapacak dumandır.”
يَغْشَى النَّاسَۜ هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ (Duhan suresi 10-11)
Bunun üzerine biz İbn-i Mesud’a gidip olayı anlattık. Yanı üzere dayanmış vaziyette iken irkilerek doğruldu ve şöyle dedi: Allah(cc) Peygamber efendimize şöyle buyurmuştur:
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ
“De ki: Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum ve ben üzerime düşmeyen şeylerden mükellef değilim.”(Sad suresi 86)
Dolayısıyla bir kimsenin bilmediği bir konuda “En iyisini Allah bilir” demesi bilgililiktir. Şimdi size dumanın ne olduğunu anlatacağım: “Kureyş, İslama girmekte direnip Allah Rasulune karşı gelince Hz. Peygamber(sav), Allah’dan onlara Yusuf’un yılları gibi kıtlık yılları vermesini isteyerek beddua etti. Allah(cc) da Kureyş’in başına açlık ve kuraklık musibeti verdi. O kadar ki ölmüş hayvan etleri ve kemikleri yediler. Gözlerini göğe diktiklerinde takatsizliklerinden dolayı dumandan başka bir şey görmüyorlardı. İşte Allah(cc) şöyle buyurdu: “Gökten aşikar bir dumanın geleceği günü gözetle. Ey Peygamber! Öyle o duman insanları sarıp kuşatacak.” Bunun üzerine Allah’ın Rasulune geldiler:
Ey Allah’ın Rasulu! Mudar için Allah’tan yağmur iste. Çünkü Mudar helak oldu. Allah’ın Rasulu yağmur için dua etti ve yağmurlar yağdı. Ardından şu ayet indi:
اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلاً اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ
“Biz azabı sizden biraz kaldıracağız ama tekrar isyanınıza döneceksiniz.”(Duhan 15)
Nüzul sebebi bilinmediği ve dikkate alınmadığında ayetlerin nasıl yanlış anlaşıldığına dair ta ilk dönemlerde vuku bulan bir takım olaylar var ki biz bunlardan bazıları üzerinde durmak istiyoruz.
اَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚ وَاَحْسِنُواۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ
“Allah yolunda infak ediniz. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız, iyilik yapın; çünkü Allah iyilik yapanları sever.”(Bakara 195)
Ayeti tam manasıyla anlamak, nüzul sebebini bilmeksizin mümkün değildir. Bu konuda sahabe döneminde düşülen yanlışı Ebu Eyyub El-Ensari düzeltmiştir.
Şöyle ki; Yezid’in hilafeti sırasında içlerinde Ebu Eyyub El-Ensari’nin de bulunduğu İslam ordusu İstanbul surları önünde savaşırken, Müslüman bir asker yalın kılıç düşman saflarına hücum edince Müslümanlar: “Bu genç kendini tehlikeye attı” diye diye bağrışarak bu ayeti okumaya başladılar.
Ebu Eyyub: “Siz bu ayeti yanlış yerde kullanıyor ve te’vil ediyorsunuz. O, biz ensar hakkında inmiştir. Şöyle ki; Bizler İslama girdikten sonra uzun süre Hz. Peygamber(sav) ile beraber bulunmak ve cihad etmekten dolayı mal ve mülkümüzle ilgilenme fırsatı bulamadık. Nihayet bir gece ensardan bir toplulukla aramızda “Hz. Peygamber’in etrafında O’na yardım eden ve cihada koşan insanlar artık çoğaldı. Bizler bundan böyle kendi işimize dönsek” diye konuştuk. Baktık ki sabahleyin bu ayet inmiş, Hz. Peygamber bize onu okuyor:
“Allah yolunda infak etmeyi ve canınız pahasına cihada koşmayı terk ederseniz işte bu sizin kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmanızdır.” dedi.
لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟
“İman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara, günahlardan sakındıkları ve imanlarını koruyup iyi işler yapmayı sürdürdükleri, sakınmaya devam edip imanlarına bağlı kaldıkları, hem günahlardan sakınıp hem en iyiyi yapmaya çalıştıkları takdirde daha önce yiyip içtiklerinden ötürü bir günah yoktur. Allah, rızasına uygun davrananları sever.” (Maide 93)
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde taşra valilerinden bazılarının bu ayete dayanarak şarap içtikleri şikayetlerinin gelmesi üzerine Ömer(ra) şûrayı toplamış, söz konusu ayetin nüzul sebebini araştırmış, ayetin yanlış tefsir edildiğini bildirerek bu işi yapanları cezalandırmıştır.
Şöyle ki; İçki yasaklandığı gün bazı kimseler şöyle demişti: “İçimizden niceleri midelerinde şarap olduğu halde Uhud günü savaşta ölmüşlerdir. Bunların durumu ne olacak?” Bunun üzerine söz konusu ayet nazil olmuş. Bu ayet-i kerimenin içki yasağından önce ölenlerin günahkar olmadıkları konusuyla alakadar olduğu bildirilmiştir.
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّماً عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَماً مَسْفُوحاً اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقاً اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“De ki: "Bana vahyedilende, murdar et (meyte) veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimse için yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak şartıyla, kim (yasaklananlardan) yemek zorunda kalırsa, bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir."(Enam 145)
Bu ayetin zahirinden sayılan dört şeyin haram olduğu, bunun dışında yasaklanan herhangi bir gıda maddesinin haram olmadığı anlaşılıyor. Halbuki bu ayet müşriklerin helal ve haram kılma yetkilerinin olmadığını, bunun Allah’a ait olduğunu anlatmak için birkaç kalem haram maddeyi örnek olarak saymıştır.
Müşrikler, bahira, saibe, vâsıle, hâm vb. adlarla adlandırdıkları bazı hayvanlara dokunulmazlık ve kutsallık izafe ederek, bu hayvanların boğazlanmalarını ve etlerinin yenilmesini haram kılıyorlardı. Bu, kendi kafalarından helal-haram koymaktı. Allah(cc) ise onların koydukları bu yasaların batıl olduğunu beyan etmek üzere söz konusu ayeti indirmişti. Belirli sebeplerle ve belirli kişi ve olaylar hakkında inen Kur’an ayetlerinin, salt o kişi ve olaylara münhasır kılmayıp benzerlikten dolayı herkese ve her olaya şamil olduğuna dikkat çekmek de gerekiyor. “Sebebin hususiliği hükmün umumiliğine mani değildir” usul kaidesi ta sahabe döneminde telaffuz edilen bir prensiptir.
Ayetlerin kimler ve hangi olaylar hakkında indiklerini bilmek ayetleri doğru anlamamız için gereklidir. Ancak ayetlerin ihtiva ettikleri genel hükümler ve hedefledikleri amaçlar önemlidir, ayetlerin hükümleri kıyamete kadar bakidir.
Muhterem Kardeşlerim!
Şu okuyacağım ayet-i kerimelerde Allah(cc) şöyle buyurmaktadır:
وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
“Biz sana zikri indirdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayasın”..(Nahl 44)
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
“Ümmîlere(Okuma yazması olmayanlara) kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları temize çıkarıp arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler”(Cuma 2)
Bu ayetler şu gerçeği ifade eder ki; Allah’ın Rasulune Kur’an’ı açıklama görev ve yetkisi verilmiştir. Kur’anı anlamada en güzel metot öncelikle Kur’anın Kur’anla tefsiridir. Çünkü Kur’an bir yerde mücmel bıraktığını başka bir yerde beyan eder. Kur’anın Kur’anla tefsiri mümkün olmazsa sünnete başvurulur. Çünkü sünnet Kur’anı şerh ve izah eder. Bu konuyu birkaç örnekle kısaca anlatacağız;
هو الطَّهُورُ ماؤه الْحِلُّ مَيْتَتُهُ
“Denizin suyu temiz, Ölüsü helaldir.” hadisi; Deniz hayvanlarının ölüsünün helal olup olmadığı Kur’an-ı Kerimde yer almayan bir meseledir. Hatta Kur’anın lâşeyi necis ve haram sayması ölü deniz hayvanlarının helalliği konusunda şüphe meydana getirmektedir.
Ancak Allah Rasulu(sav): “Denizin suyu temiz, Ölüsü helaldir.”
“İki Ölü helal kılınmıştır: Balık ve Çekirge.” buyurmak suretiyle deniz hayvanlarının ölülerinin helal olduğunu açıklamıştır.
Boğazlanan hayvanın karnında çıkan yavrunun da boğazlanmış hükmünde olduğunu sünnet açıklamıştır.
Bir kadını halası ve teyzesiyle birlikte nikahlamanın haram olduğu, sadaka-ı fıtr’ın vucubiyeti, ehli eşeğin etinin haram olduğu sünnetle bildirilmiştir.
Muhterem Kardeşlerim!
Kur’an-ı Kerim’in ayetleri arasında bağlar ve ilişkiler vardır. Kurulması gereken başlıca ilişkiler, umum-husus, mutlak-mukayyed ve mücmel-mübeyyen ilişkileridir. Mesela Allah’ın ahirette görülmeyeceğini söyleyen ve
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ “O’nu gözler idrak edemez, ama O gözleri idrak eder.”(Enam 103) ayetini görüşlerine delil gösterirler. Bu ayet tek başına mücmeldir, Halbuki;
اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ “O gün nice yüzler ışıl ışıl parlarlar, Rablerine bakarlar”(Kıyame 22-23)
Ayetleri önceki ayetle birlikte mütabaa edilmelidir.
Yine ilave olarak, Allah’ın ahirette görülmesi şu üç ayetle birlikte mütalaa edilmelidir:
لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ ف۪يهَا وَلَدَيْنَا مَز۪يدٌ “Orada onlara ne isterlerse vardır. Bizim katımızda ise daha fazlası bulunmaktadır.” (Kaf 35)
لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا الْحُسْنٰى وَزِيَادَةٌۜ “İyilik yapanlara daha güzeli bir de fazlası vardır..” (Yunus 26)
كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ “Hayır, O gün onlar Rablerinden mahrum edileceklerdir.” (Mutaffifin 15)
Bu duygu ve düşüncelerle başta aziz milletimiz olmak üzere, İslam Aleminin, Ülkemizin sağlık ve afiyeti için çalışan sağlık personelimizin, Vatanımızın korunması için sınırlarda, cephede, kıtada görevde olan askerimizin, polisimizin, hastanelerde yatan bütün hastalarımızın, garip gurebanın, mazlumların Kadir Gecesini tebrik ediyorum ve Şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Bu mübarek gecenin afiyet, bereket, adaletin yeryüzünde hakim olduğu bir dünyanın inşasına vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyor, bizleri salimen cemaatle dolu camilerimize ve bayrama kavuşturmasını diliyorum.
Allah’ a emanet olun. Allah yardımcınız olsun.
Ahmet POÇANOĞLU
Konya İl Müftüsü