26.12.2017

Kudüs, bizim neyimiz(e)?!

İslam, Yüce Allah’ın tek hak dinidir. Allah katında geçerli olan yegane hak din İslam’dır. İslam bütün peygamberlerin dinidir. "Biz peygamberler baba bir kardeşleriz, hepimizin dini birdir."[1] Kudüs de pek çok peygamberin yaşadığı, uğradığı, tevhid mücadelesini başlattığı, kıble olarak yöneldiği mukaddes bir mekândır.

Kudüs, temiz, âri, kutsal anlamına gelir. el-Kuddüs, Yüce Rabbimizin isimlerinden biridir.O, hatadan, kusurdan, acizlikten, eksiklikten, acizlikten, değişimden, fanilikten ve O'na yakışmayan her türlü sıfattan uzak ve temizdir. O, her şeyinde mutlak kemal sahibidir. Yüce Rabbimiz, inkârcı müşriklerin O'na yakıştırdıkları özelliklerden uzaktır.

Kuds-ü Şerîf de asıl itibarıyla manen tertemizdir. Dolayısıyla onun zalimler tarafından işgal edilmesi, onu kirletmez, onun aslî temizliğine zarar vermez. Kudüs’deki Mescid-i Aksâ, bizatihi Yüce Allah tarafından bereketlendirilen mübarek merkezdir. Onun bereketlendirilmesi hem maddî hem manevîdir. O bölge yeryüzünün en mümbit, en stratejik özellikte bir beldesidir. Yine o bölge tevhid tarihinin en bereketli yeridir.

Kudüs, Peygamberimizin Mirac durağıdır. Onun İsrâ ve Mirac mucizesi, evinden değil, Mescid-i Haram’dan başlamış, oradan da doğrudan olmamış, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya uğranmış ve oradan devam etmiştir. Kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ'ya götüren Allah'ın şanı yücedir! Doğrusu O, işitir ve görür.[2] Yüce Rabbimiz isteseydi bu mucize doğrudan Peygamberimizin evinden yahut Ka’bey- i Muazzamadan gerçekleşebilirdi. Öyle olmamıştır. Mescid-i Haram- Mescid-i Aksâ ve Mirac… Burada hem mescid merkezli bir hayatın önemine, hem de iki kadîm mescidin önemine dikkat çekilmiştir. Böylece iki mescid birbirine, iki şehir birbirine ve hepsi İslam Peygamberine ve İslam’a perçinlenmiştir. Bunları birbirinden ayırmak ve birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Biri olmazsa diğeri olmaz, biri olmazsa diğeri eksik kalır.

Kudüs bizim, ilk kıblemizdir. Namaz, İslam’ın ilk yıllarından itibaren var olan bir ibadettir. Kıbleye yönelmek de namazın temel rukünlerinden biridir. Peygamberimizin Mekke’de hem Ka’be’ye hem de Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya yönelerek namaz kıldığı bilinmektedir. Aynı anda iki kıbleye de yönelmek Mekke’de mümkündü. Hicretten sonra Medine’de ise Peygamberimiz 16-17 ay kadar Kudüs’e yönelerek namazlarını kılmıştır. Daha sonra gelen Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir[3] ayeti ile kıble Ka’be olarak belirlenmiştir. Kıblenin değişiminin bir namaz içerisinde gerçekleşmesi de oldukça manidardır.

Mekke ileKudüs, Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksâ birbirine perçinlenmiştir. Evet, Kıblenin Kudüs’ten Mekke’ye çevrilmesi, Beni Seleme yurdunda Peygamberimiz, ashabıyla beraber öğle namazının farzını kılarken gerçekleşti. İki rekat kılınmış, namazda vahiy gelmiş ve peygamberimiz, beraberindekilerle birlikte namazı bozmadan, namaza ara vermeden yönlerini ters istikamete çevirmişlerdir. Böylece bir namaz iki farklı istikamete doğru eda edilmiş oldu. Bu olayın vuku bulduğu mescid de Zül kıbleteyn/iki kıbleli mescid olarak isimlendirildi.[4]

Bu olaydan çıkarabileceğimiz mesajları şöyle özetleyebiliriz:

Kıbleyi belirleyen Yüce Allah’tır. Aslında bütün yönler O’nundur. Mescid-i Aksa’yı da Mescid-i Haramı da kıble olarak belirleyen O’dur. Bunun için Müslümanlar, her iki kıbleyi de kullanmışlardır.

İlk dönemlerde Mescid-i Aksa’nın kıble olması, tevhid dininin birliğine işaret eder. Müslümanlara, Kutlu Nebinin ilk kıblesi Mescid-i Aksa’yı sahiplenme görevi yükler.

Düşündüğümüzde kıblenin değiştirilmesiyle ilgili ayet, namazdan sonra gelebilirdi yahut ayetin gereği namazdan sonra yerine getirilebilirdi. Ama öyle olmadı, vahiy namazın ortasında geldi ve peygamberimiz hemen emri uyguladı, Müslümanlar da anında ona uydular. İki kıbleli olarak kılınan namazlar tekrar edilmedi. Diğer mescidlerde namaz kılan müminlere de haber ulaşınca onlar da emri tehir etmeden hemen uyguladılar. Bu Allah’ın emrine ittiba konusunda Peygamberimiz ve ashabının titizliğini gösterir. Evet, Yüce Allah’ın emri hemen uygulanmalıdır, ilahî emir asla geciktirilemez, ilahî emir rötar kabul etmez.

Kıblenin değişmesinden sonra bazı Müslümanlar, şimdiye kadar Kudüs’e doğru kıldığımız namazlar boşa mı gitti diye endişelendiler. Bunun üzerine inen ayette, Şüphesiz Allah sizin imanınızı/inanarak kıldığınız namazlarınızı zayi edecek değildir[5]ayeti indi. Demek ki mümin, inanarak iş yapar, Allah’ın emri olduğu için yapar, Yüce Allah ise asla rızası için yapılan amelleri boşa çıkarmaz.

Her söylem ve eyleminde sayısız hikmet olan Yüce Rabbimiz, bu uygulamasıyla iki mescidi bir namazda birbirine öyle bağlamıştır ki bu iki mescidin birbirinden ayrılması asla mümkün değildir.

Kudüs, Ufuk peygamberinin bize gösterdiği hedeflerden biridir. O, İsrâ mucizesinde Kudüs’e uğradığı gibi, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ’yı ziyaret etme konusunda bizleri yönlendirmiştir: Binekler şu üç mescit için koşturulur/ Şu üç mescidi ziyaret için ne yapılsa/ ne masraflar edilse, ne çilelere katlanılsa yeridir. Mekke’deki Mescid-i Haram, Medine’deki benim şu mescidim ve Kudüs’teki Mescid-i Aksâ.[6]

Sizden Mescid-i Aksâ’yı ziyaret edebilen onu ziyaret etsin, orada namaz kılsın. Onu ziyaret edemeyen, orada namaz kılamayan da kandilleri için oraya yağ göndersin.[7]Bu hadis bize Meymune annemizden rivayet edilmiştir. O bir kadın olarak Kudüs ile ilgilenmiş ve Peygamberimize bu konuda soru sormuş ve kadın başına Kudüs özlemini dile getirmiştir.

Peygamberimiz, bu yönlendirmeleri yaptığında Kudüs henüz Müslümanlar tarafından fethedilmemişti. Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu yer, metruk bir yerdi. Henüz orada Müslüman olmayanlar vardı. Bütün bunlara rağmen Ufuk Peygamberi, Kudüs’ü bize fetih için hedef gösterdi. Çünkü Kudüs, pek çok Peygamberin tevhid mücadelesini başlattığı ana merkezlerden biriydi.

Kuds-ü Şerîf, bizim Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvereden sonra üçüncü haremimizdir. Onun için Kudüs’ün düşman tarafından çiğnenmesi, Müslümanlar olarak bizim harim-i ismetimizin çiğnenmesidir. Kudüs’ün işgali bayrağımızın yere düşmesidir. Kudüs’ün düşüşü ümmetin düşüşüdür. Elbette Kudüs’ün kıyamı da ümmetin kıyamıdır.

Kudüs, bize Hz. Ömer’in emanetidir. Kudüs, bize Selahaddin Eyyûbi’nin emanetidir. Kudüs, bize Selçuklu ve Osmanlı ecdadımızın emanetidir. Kudüs’ün zalimlere bırakılması, emanete hıyanetin ta kendisidir.

Onun için Kudüs bizim neyimize diyemeyiz. Kudüs davasını sahiplenmek zorundayız. Ne Mekke-Medine/Hicaz Araplara bırakılabilir. Ne Kudüs davası, Filistinlilere bırakılabilir. Bu merkezler, İslam’ın şiarı, Müslümanların kutsalı, bayrağıdır. Kudüs bizim namusumuz, canımızdır; peki bu halimizle biz Kudüs’ün nesi oluyoruz?

----------
[1] Buharî, Enbiya 48; Müslim, Fedâil, 143-145; Ebu Davud, Sünnet 13; Ahmed, II, 319..
[2] İsrâ 17/1.
[3] Bakara 2/144.
[4] Bkz. Asım Köksal, İslam Tarihi.
[5] Bakara 2/143.
[6] Buhârî, Müslim, Ebû Davûd, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî, Ahmed-Müsned, Mâlik-Muvatta.
[7] Ebû Davûd, İbn Mace, Ahmed.

 

Prof. Dr. Ali AKPINAR
Konya İl Müftüsü